14 Ağustos 2024 Çarşamba

HAZARLARIN YIKILIŞI

 


Doğu Roma ile girilen iyi ilişkiler, Romanos Lekapenos döneminde (932), Romanın Yahudiler üzerinde kurduğu baskı nedeniyle bozulmuştur. Romanın politikalarına karşılık olarak, Yahudilerin koruyucusu durumunda olan Hazarlarda, bünyesindeki Hıristiyanlar üzerinde baskı kurmaya başladı. Bunun üzerine Roma İmparatoru Romanos, Kiev Knezi İgor ile Hazarlara karşı iş birliğine gitti. İgor, Hazarların üzerine yürümek için diğer Türk toplulukları olan Uz, Peçenek ve Alan kabileleri ile anlaşarak kışkırttı ve birlikte Hazarların üzerine saldırdılar. Hazarlar bu saldırıyı püskürtmüş olsalar da Diğer Türk Toplulukları ile ilk mücadelelerine girişmiş oldular. Bu tarihten sonra Hazar bünyesindeki pek çok boy Hazarlara karşı isyan ve mücadele halinde oldu.

860 yılından sonraki akınlarıyla Don ve Dinyeper nehirleri arasındaki araziyi ele geçiren Peçenek ve Uzlar Hazar Devleti’ni iyice zayıflattılar. 1000 yılını takiben Hazar ülkesi yine doğudan gelen çok yoğun bir Kuman-Kıpçak baskısına maruz kaldı. 1019’a kadar Hazar tahtında duran son kişi Georgius Tzul olmuştur, ancak onun kağanlığının hükmü öncekilerin aksine sadece Azak denizi etrafında sınırlı kalmıştır. Kiev Knezi Svyatopolk’un saldırıları sonucu Tzul’un Roma’ya sığınmasıyla Hazar Kağanlığı son bulmuştur.

               Hazar Kağanlığının yıkılmasının nedenlerini; gittikçe asker millet olmaktan çıkmaları, ticaret yollarının Ruslar ve Kıpçaklar tarafından kesilmesi, son zamanlarda ordularında Hârizm’den gelme 10-12.000 kadar askerin ücretlerinin ödenememesi, Musevi olan hanedanın çeşitli dinlere inanan halk tarafından yeterince kabul görmemesi olarak sıralayabiliriz. Tüm nedenlerden ötürü devlet askerî ve siyasî yönden sarsılarak gücünü yitirdi ve tarih sahnesinden çekildi.

10.yy sonlarında hazarlar ve komşuları

Hazar Kağanlığında Din: Coğrafyasında çok sayıda farklı dinleri barındırması dolayısıyla Hazar Kağanlığı tarihte kurulan diğer Türk devletlerinin büyük bir kısmından daha farklı bir yapıya sahiptir. Bununla birlikte Hazar topraklarının asıl ve uzun süreli dini geleneksel Türk dini olan Tengricilik olmuştur. İbn Fadlân ve İbn Rüste gibi müelliflerin verdikleri bilgiler bu görüşü teyit etmektedir. Buna göre Hazar Türkleri “gök tanrı” adını verdikleri bir ilâha tapınıyor, diğer Türk topluluklarında olduğu gibi tabiat güçlerine ve atalara da dinî anlamda saygı gösteriyorlardı. İbn Fadlân’ın seyahatnâmesinden anlaşıldığı kadarıyla âhiret hakkındaki düşünceleri de diğer Türk topluluklarından farklı değildi.

Hazar Hakanlığı’nda erken dönemlerden itibaren ortaya çıkan bir başka din Hıristiyanlık’tır. Kaynakların verdiği bilgilere göre Hazar ülkesine Hıristiyanlığı ilk sokanlar Arrânlı misyonerler olmuş özellikle Doğu Roma ile olan iyi ilişkiler sebebiyle bu faaliyetlere olumlu yaklaşılmıştır. Hazarlar arasında Hıristiyanlığın yaygınlaşması, 860 yıllarında başşehir İdil’e gelen Slav azizi Kyril sayesinde en yüksek noktasına ulaşmıştır. Kyril’in Kağan’ın sarayında misafir edildiği ve burada çeşitli dinî münazaralara katıldığı anlaşılmaktadır. Son Hazar Kağanı Tzul Kırım’da Doğu Roma’nın yardımını sağlamak için Hıristiyanlığı devletin resmî dini olarak kabul etmiş, fakat Roma’dan beklediği yardımı alamayınca eski dinine geri dönmüştür. Hazar Devleti’nin yıkılışından sonra Hıristiyan ahali Rus kilisesi içerisinde erimiştir.

Yahudiliğin Hazar ülkesine gelişi ve Hazarlar’ın bu dini kabul edişiyle ilgili farklı tarihler öne sürülmektedir. Mes‘ûdî ye göre Yahudilik, Hârûnürreşîd’in halifeliği sırasında (786-809) Hazar ülkesine gelmiştir. Hazarlar’ın Yahudiliği konusunda iki temel kaynak, 10. yüzyılda Endülüs’te vezirliğe kadar yükselen Hasdai beni Şaprût ile Hazar Kağanı Yûsuf arasındaki iki mektuptur. Hasdai’nin 950-960 yılları arasında yazıldığı sanılan mektubunda, Endülüs ve Hazar’ın coğrafî konumuna, Endülüs’ün tabii zenginliğine işaret ederek Hazarlar’ın nasıl yahudi olduğu meselesini işler. Bu çerçevede yahudilerin bölgeye nasıl geldiği, Hazarlar’ın hangi yolla yahudi oldukları, kralın hangi kabileden olduğu ve nerede yaşadığı gibi sorulara cevap ister.

Kağan Yûsuf’a ait olduğu ileri sürülen mektupta ise Hisdai’nin mektubundaki sorulara cevap verilir. Hazarlar’ın tarihine ve Kağan Bulan idaresinde Yahudiliğe girişlerine temas edilir; Yahudiliği seçiş Bulan’ın bir rüyasına bağlanır. Mektubun geri kalan kısmında, sonraki Kağan Obadiah’ın idaresinde yapılan bir din reformundan bahsedilir. Hazarlar’ın hangi yahudi fırkasını benimsedikleri meselesi ise açık değildir.

Hazarların İslamiyet ile tanışması ise, Mervân b. Muhammed idaresindeki İslâm ordusuna yenilen Hazar Kağanı ile yapılan anlaşma sonucunda olmuştur. İslâm ordularının çekilmesinin ardından Hazar ülkesinde kalan iki fakih Nûh b. Sâbit el-Esedî ve Abdurrahman el-Havlânî İslâmiyet’i yaymak için çalıştılar. 965’te Kağan’ının Hârizmliler’e sığınması, çok kalabalık Hazar kütlelerinin İslâmiyet’e girmesine sebep olmuştur. Ancak bu olaydan önce de Hazar ülkesinde Kağan tarafından himaye edilen Müslümanlar diğer dinlere inananlara göre çoğunluktaydı. Kağanların, Musevi oldukları halde ülkede kendi dinlerinin yerine İslâmiyet’in yayılmasını teşvik etmeleri dikkat çekici bir husustur. Hazarların son devirlerinde ordu çoğunluğu Harezm’den gelen ücretli Müslüman askerlerden oluşuyor, Müslüman ahalinin ekserisi ticaret ve zanaatla uğraşıyordu.

12 Haziran 2024 Çarşamba

HAZARLAR



        Öncelikle Hazar denizine adını veren Hazarların kim olduğunu bilmek gerekir. Arap seyyah, tarihçi ve coğrafyacı El-Mesûdî'ye (896-956) göre Hazarlar, Sabar Türklerinin devamıdır ve "Hazar" adıyla Doğu Roma ile İranlılar tarafından tanınmışlar fakat, aynı zamanda "Türk" olarak da anılmışlardır. Sabirler Büyük Hun Devletinin yıkılmasından sonra Hun bünyesindeki topluluklarla beraber M.Ö 50’li yıllardan, M.S 370’li yılarla kadar Hazar Denizi bölgesine doğru yoğun ve uzun süreli göçlere başlamışlardı. Bu topluluğun geliş yeri Batı Sibirya olup, göç etmeyen kısım yerinde kalmıştır. Bu yüzden ileriki tarihlerde bu bölgeye Sibirya denilmiştir. Sonraki dönemin delillerinin Türk olduğunu gösterdiği bu kavmin, Macarların atası olduğuna dair de bulgulara rastlanmıştır. Avrupa Hunlarına tabi olan ve Hazar bölgesinde uzun süre varlıklarını sürdüren bu topluluklardan olan Sabirler, Hazar Devletini kurmuş, Batı Göktürk’lerin yıkılmasıyla da bölgedeki diğer Göktürk Toplulukları Hazar Devleti bünyesine katılmıştır. Hazarların hanedanlık sülalesi Sabirlerden olan Ansa kabilesidir. Hazarların çağdaşı olan Arap seyyah ve coğrafyacı İbn Havkal ve İstahrî, Hazar ismini; ne bir milletin, ne de bir halkın ismi olduğunu belirtip sadece başkenti İtil olan ülkeye verilen isim olarak nitelemişlerdir, bu bağlamda Hazar bir kavmin ismi değil devletin ismidir, devletin kurucu unsuru ise Sabirlerdir.

        576 yılında Kırım’daki Kerç Kalesi’nin Göktürkler’in eline geçmesiyle bu devletin sınırları Karadeniz’e kadar ulaşmıştı. Göktürk Devleti 582 yılında batı ve doğu olmak üzere ikiye ayrıldığında Hazarlar batı kağanlığının en uç noktasını oluşturdular ve bu devletin arzusu üzerine Sâsânî İmparatorluğu’na karşı Doğu Roma’ya yardım ettiler. 626 yılında Sâsânîler’le Avarlar’ın İstanbul’u kuşatmaları üzerine Doğu Roma İmparatoru Herakleios Hazarlar’dan 40.000 kişilik yardım sağladı. Daha sonra Hazarlar’dan Çorpan Tarhan Sâsânîler’e karşı başarılar kazanarak Aras nehrine kadar bütün Kuzey Azerbaycan’ı ele geçirdi. Başşehir Belencer’den başka Güney Kafkasya’da Kabale şehri kuruldu. 629 yılında da Tiflis zaptedildi ve bazı Ermeni grupları itaat altına alındı.    

        Batı Göktürk Devleti yıkılınca Hazarlar başlarına bir Göktürk prensini geçirip Kağan ilan ettiler (630). Bu dönemde Karadeniz’in kuzeyinde Hazarlar’dan başka bir de Büyük Bulgar Hanlığı kuruldu (635). Ancak Güney Rusya’dan Tuna nehrine kadar geniş düzlüklere hükmeden bu devlet 665 yılında Hazarlar tarafından yıkıldı; böylece Hazar ülkesinin sınırları iki katına çıktı.

        Hazar devletinin kurulduğu dönemlerde İslam Orduları Kuzeye doğru ilerlemekteydi. İslam devletinin Sasani imparatorluğunu yıkmasıyla (651) İslam orduları Kafkaslara doğru ilerleyerek Hazar Kağanlığı ile ilk temasını kurdular. Oldukça güçlenen İslam Orduları, Derbent’i alarak Hazarların başkenti Belecer’e kadar ilerlediler. Hazarlar, İslam Ordularını geri püskürtse de Başkentlerini İdil civarına doğru çekmek zorunda kaldılar. Hz. Osman’ın şehid edilmesinden (35/656) ve Hz. Ali’nin halife seçilmesinden sonra meydana gelen karışıklıkların Kafkaslar yönündeki İslâm saldırılarını azaltması üzerine karşı harekete geçen Hazarlar Arrân’a kadar indiler. Emevî Halifesi Muâviye zamanında İslâm ordularının Kafkas taarruzları yeniden başladı.

  700’lü yıllara gelindiğinde parlak dönemlerini yaşayan Hazar Kağanlığı, Kırımın çevresine, Azak denizi havalisine, Dinyeper’den Hazar denizine kadar olan coğrafyanın tamamına hükmediyordu. Doğu Roma’da 695 yılında tahtan indirilen 2. Justinianos, Hazar Kağanı Busir’e sığındı. 10 yıl kadar kendisine sığınan Justinianos’u 704 yılında kız kardeşi ile evlendirdi. Ancak 705 yılında, Bizans İmparatoru 2. Tiberius, Justinianos hakkında ölüm emri çıkarınca Juistinianos, Hazarlardan kaçarak başka bir Türk devleti olan Tuna Bulgar Devleti Han’ı Tervel’e sığınır ve Tervel Han’ın yardımıyla Bizans tahtına geçer.


        Hazar devleti hükümdarı olan Busir Han, 710 yılında Doğu Roma’nın kontrolünde olan Kerson’u ele geçirmesiyle Doğu Roma- Hazar Kağanlığı düşmanlığı başlamış olur. Hazarlar üzerinde sürekli baskı kurmaya devam eden Doğu Roma, Emevilerin 717 yılında İstanbul’u kuşatmasıyla Hazarlar üzerindeki etkinliğini yitirmeye başlamıştı. Hazar Kağanlığı, Doğu Roma baskısının azalmasıyla, aynı yıl Şirvan’a girip bugünkü Azerbaycan topraklarının büyük bir kısmını kontrolüne geçirmişti. Bu dönemden sonra özellikle Emeviler ile Hazarlar arasındaki Kafkasların hakimiyeti için girişilen mücadeleler hız kazandı. Hazar devleti 731 yılında bütün gücünü toplayarak Emeviler üzerine bir sefer düzenledi. Bu saldırı sonucunda Emevilerin orduları ağır yenilgi alınca Hazar orduları Musul önlerine kadar ilerlediler fakat beraberinde tekrar güç toplayan Emeviler, Sait El Haraşi önderliğinde tekrar Hazarlara saldırarak Azerbaycan önlerine kadar olan bölgeyi tekrar hakimiyetleri altına altına aldılar.

        732 yılında halife olacak olan Mervan’ın, Hazar sınırındaki Azerbaycan bölgelerine vali olmasıyla Emeviler büyük başarılar elde ederek hakimiyetlerini güçlendirip ve Hazarları baskı altına almayı başardılar. Bir dizi savaşların sonunda iki taraf arasında Hazar kağanlığı aleyhinde anlaşma yapıldı. Hazarların daha sonra toparlanarak Emeviler üzerine sefer düzenlemeleri Harun Reşit döneminde olmuştur. Bu mücadeleyi de kazanan Emeviler, güney Kafkasya’ya hakim oldular. Bu tarihten sonra Hazar Devleti, Emeviler arasında savaş yaşanmamış ve iki devlet arasındaki ilişkilerde barış hakim olmuştur.

        Hazar Kağanlığı Doğu Roma ve Emevi Hilafeti ile sürekli çatışma halindeydi ancak Emeviler ile olan çatışmalardaki mağlubiyetler sonucunda Hazar Kağanlığı Doğu Roma ile ilişkilerini ilerletti. Doğu Roma İmparatoru olacak olan 4. Konstantin’in Hazar Hanı Bihar’ın kızıyla evlenmesiyle akrabalık bağı kuruldu. Bu evlilikten doğan Leon’un, 775 yılında Roma tahtına çıkmasıyla başlayan iyi ilişkiler neticesinde Hazar Kağanlığı ile Doğu Roma arasındaki ticari ilişkiler giderek daha da gelişti.

        8. ve 9. yüzyıllarda gücünün doruğunda olan Hazar Kağanlığı, Doğu Avrupa’daki hemen hemen her kavimden vergi alır, ticareti yönetir ve bölgesel politikaları kontrol altında tutardı. 892 yılında güçlenen Slav kabileleri, 55 gemiyle Hazar Denizine inerek Müslüman toplulukların bulunduğu Taberistan ve Abiskon bölgelerine yağma hareketleriyle ganimetler topladılar. Hazar Hanının izniyle yaptıkları bu sefer dönüşünde elde ettikleri ganimetlerden Hazarlara vergilerini de ödemişlerdi ancak Hazar Devletinin askerleri içerisinde Müslüman olanlar hakandan izin alarak Müslüman bölgelerini yağmalayan Slavların üzerine saldırdılar. Daha çok intikam amacı güden bu saldırı neticesinde Slavlar yenilgiye uğratılarak Slavların Müslüman bölgeler üzerindeki etkileri de o dönem için engellenmiş oldu.



11 Mayıs 2024 Cumartesi

UYGURLAR-2

     Alp Bilge Kağan döneminde Çin sarayından bir prensesle evlenip gücünü artırmak isteyen kağanın isteği Çin sarayınca sürekli reddedildi. Çin’de Konfiçyüstçülerin Manilere olan saldırılarıyla iki ülke arasındaki gerilim arttı 821 yılında bu gerilim neticesinde Çin sarayı Kağanın prensesle evlenmesine müsaade etse de Kağan öldü. Alp Bilge Kağanın en büyük özelliği Karabalgasun yazıtını diktirmesidir. Bu yazıt sayesinde Alp Bilge Kağan hakkındaki bilgiler doğrudan bir Türk kaynağı tarafından elde edilmiştir.

    Uygurlar 821’den sonra gerilemeye başladılar. Kuzeyde Kırgızlar’la tekrar savaş çıktı. Ülkede Çin sarayının entrikaları kağanlık ailesinin gücünü zayıflattı. 840 yılındaki Kırgız saldırısı kağanlığın sonunu getirdi. Bunda savaşçı ruhunu gevşeten Maniheizm’in rolü büyüktür. Yenisey kıyılarında kuvvetli bir devlet kuran Kırgızlar Uygurlar’ı yenilgiye uğratınca baskından kurtulabilen Uygurlar çeşitli bölgelere dağıldılar. On beş Uygur kabilesi batıya Karluklar’a gitti. Diğer bir grup Çin’in kuzeyindeki Kansu vilâyetine göç etti ve Kanchou şehrinde yeni bir Uygur Devleti kurdu; bunlar daha sonra Sarı Uygurlar adıyla anıldı. On üç kabileden ibaret başka bir grup Çin’in güney sınırlarına kadar indi. Diğer kabileler Doğu Türkistan’a göç edip Turfan, Kuça, Karaşar şehirlerine ve civarına yerleştiler. Uygurlar’ın en büyük topluluğu olan bu son gruplar kaynaklarda Dokuz Oğuzlar diye geçer. Küçük bir grup da doğuda Hsiwei’ler’e sığındı. Bir bölümü Kırgızlar tarafından yok edildi, bir kısmı da Beşbalık şehri yöresine yerleştirildi. Bunlar sonradan Beşbalık Uygurları adıyla tarihe geçen Uygurlar’ın atalarıdır. Ayrıca Kitan ve Kay kabilelerinin başında da Uygur reisleri vardı. Hıtay Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynayan bu Uygurlar kağanlığın yıkılışı ile nüfuzlarını kaybettiler. Uygur göçleri sonunda boş kalan topraklara zamanla Moğol kabileleri yerleşti, böylece Orta Asya’da Moğol hâkimiyeti başlamış oldu.

Dağılmış Uygurlar

    840 yılında çevreye dağılan Uygur boylarından batıya giderek Beşbalık, Turfan, Hoço, Kâşgar taraflarında yerleşenler Turfan Uygurları diye geçer. Tibet’ten endişelenen Çin Turfan Uygur Devleti’ni tanıdı ve kendileriyle dost geçinen bu devletin genişlemesine pek karışmadı. Turfan Uygur Devleti, Orta Asya’nın ticaret yolları üzerinde ekonomik bakımdan güçlendi. 911’de bağımsız hale gelen Uygur Devleti güneyde Tibet, Batı Türkistan’da Karluk bölgesiyle sınırlıydı. Devlet sanat, edebiyat ve ticaret alanlarında çok ilerledi

    Turfan Uygur Devleti 1209’da Cengiz Han’a bağlanıp 1368 yılına kadar Moğol idaresinde varlığını sürdürdü. Çağatay Hükümdarı Tarmaşirin’in İslâmiyet’i kabul ederek (1326) Alâeddin adını almasının ardından Uygur ülkesinde İslâmiyet yayılmaya başladı. Uygurlar’ın yaşadığı Doğu Türkistan Timur’un ölümünden sonra küçük hânedanlar idaresinde parçalanmış durumdaydı. 1678-1758 yılları arasında Cungarlar Doğu Türkistan’a hâkim olsa da Tunguz soyundan Mancular Cungarlar’a son verdi. 1865’te Yâkub Bey Çinliler’e karşı ayaklandı, Doğu Türkistan’da bağımsız bir devlet kurdu. 1877’de bir suikast sonucu ölünce Uygurlar yeniden Çin idaresine girdiler. 1917 Rus İhtilâli sırasında milliyetçilik akımı etkili oldu ve Uygurlar, Doğu Türkistan Türkleri’ne verilen Tarancı (tarımcı-ekinci) adının yerine Uygur’u kullandılar. Çin idaresinde 1933’ten sonra Doğu Türkistan’da karışıklıklar çıktı ve Sovyet ordusu Doğu Türkistan’a girdi. 1950’de Doğu Türkistan’ın Çin’e bağlandığı Ruslar’ca da kabul edildi. 1955’te Uygur Özerk Bölgesi kuruldu. Bugün Uygurlar’ın çoğunluğu bu bölgede yaşamaktadır ve 20 milyona yaklaşan bir nüfusa sahiptir. 

Sincan-Uygur Özerk Bölgesi

    Uygurlar yüksek kültür düzeyine ulaşan Türk topluluklarının başında yer alır. Uygur kağanlığı sırasında dikilmiş Türkçe runik yazılı Şine-Usu (Moyençor Kağan adına 759’da), Taryat ve Karabalasagun (826) yazıtları Uygur kültürünün önemli örnekleridir. Turfan’da bulunan Uygurca eserler günümüze ulaşmıştır. Uygur edebiyatının en parlak devri 840’tan sonra Uygurlar’ın Turfan ve Kansu’ya yerleşmesiyle başlamıştır. Uygurlar çeşitli alfabeler kullanarak Maniheizm, Hıristiyanlık ve Budizm çerçevesinde zengin bir edebiyat birikimine sahip olmuşlar, bu eserleri Uygur alfabesi denilen ve geç dönem Soğd alfabesinin küçük çaplı değişimiyle oluşan yazıyla meydana getirmişlerdir. Asıl Uygur yazısının VII. yüzyılda geliştiği tahmin edilen işlek bir Soğd el yazısına dayandığı belirtilir. Kâşgarlı Mahmud bu yazıyı “Türk yazısı” olarak adlandırır. Uygur yazısı Çağataylılar arasında yayılmış ve Moğol yazısı diye bilinmiştir. Bu yazı XV. yüzyılda Osmanlı sarayında diğer Türk devletleriyle yazışmalarda kullanılmıştır. Uygur sanatının çok gelişmiş örnekleri de zamanımıza ulaşmıştır.

    Türk boyları arasında tarım toplumunun ilk örnekleri bu dönemde görülür. Tarım yapabilmek için şehirler kurulmuştur. Göçer hayatın izin vermediği kültür birikimi sağlanmıştır. Günümüz Türk devletlerine varan birçok özellik ilk olarak Uygurlarda görülür.  Türklerin ata dini olan Tengricilik ile Budizm, Maniheizm, Nesturi Hristiyanlık bir arada ve problemsiz şekilde yaşamaktaydı. Uygurlar diğer kültürler altında ezilmemek için dünyada pek kabul görmeyen Mani Dinini tercih etmiştir. Mani dini yine Bögü Kağan zamanında resmî din hâline gelmiştir. Sonunda budist yoğunluklu, diğer dinlerin de rahat yaşandığı bir devlet ortaya çıkmıştır. İlk hukuk, sivil örgütlenme, vergi, spor, müzik terimler bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bozkır hayatının anarşik yapısına karşılık Uygurlarda hoşgörü ve refah içinde yaşanıyordu. Bu özellikler o dönemden kalan binlerce hukuk, sivil ve devlet yazmalarında görülebilir.

    İlerleyen dönemlerde Kansu'da yaşayan Uygurlar Buda dinine geçtiler. Uygurlar ilk zamanlar Göktürk alfabesini kullanmış daha sonra ise Uygur alfabesini geliştirmişlerdir. Moğol devlet teşkilatında görev alan Uygur asıllı insanların etkisiyle Uygur harfleri Moğol ve Mançurların da yazısı hâline geldi. Uygur yazısı Sultan Fatih zamanında da İstanbul'daki sarayda öğretilmiştir. Fatih'in "Otlukbeli Fetihnamesi" Uygur harfleriyle ve Doğu Türkçesiyle yazılmıştır. Uygurlara ait matbaa ve kâğıt tezgâhlarının olduğu da bilinmektedir


23 Mart 2024 Cumartesi

UYGUR KAĞANLIĞI


Uygur Kağanlığı Bayrağı

        Uygurlar, tam anlamıyla bir Devlet teşekkülüne sahip olmadan önce Orta Asya'nın kuzey bozkırlarında yaşıyorlardı. Kadim Kuzey Türklerinden biri olan Uygurlar, 9 Oğuz boyundan oluştuğu için kaynaklarda daha çok Dokuz Oğuzlar ya da Uygur Tölesleri olarak anılmışlardır. 546’da 9 Boyun idari olarak bir araya getiren Fufulo, Rouran devletinin dağılmasının bıraktığı iktidar boşluğunda Töles kabilelerini Göktürklere karşı mücadelede yönetti. Göktürk Kağanı Bumin, Fufulo ve etrafındaki Dokuz Uygurları şiddetle bastırması Göktürk-Töles düşmanlığının başlangıcı oldu. 600'de Çin Sui Hanedanı Uygur kabilesinin lideri Erkin Tegin ile ortak düşmanları olan Göktürk İmparatorluğu'na karşı ittifak kurdu ancak 603 senesinde Tardu Kağan müttefik ordusunu dağıtarak tekrar Uygurları egemenliği altına aldı. 627'de Pusa liderliğindeki Uygurlar, Göktürklere karşı başka bir Dokuz-Oğuz isyanına katıldı. Pusa Göktürkleri mağlup edince ünü tüm bozkıra yayıldı ve bu zaferin neticesinde “İlteber” unvanını aldı, bu unvan daha sonra tüm Uygur Beyleri için kullanılmaya başlandı. 630'da Göktürkler, İmparator Taizong tarafından kesin bir şekilde mağlup edilince Göktürklerin Uygurlar üzerindeki hakimiyeti kırıldı. 646 yılında Çin Han Hanedanı Uygur lideri Tumitu İlteber’e “Tüm bozkırın koruyucusu” unvanıyla birlikte vali statüsünü verdi.

        679 senesinde Kutluk kağan Göktürk devletini canlandırınca, Çine bağlı durumda olan Uygurların geçici bozkır hakimiyeti de son buldu, 683'te Uygur Beyi Dujiezhi İlteber, Göktürkler tarafından mağlup edildi ve Uygur kabileleri Selenga Nehri vadisine taşındı, 688'de Uygurlar tekrar Göktürklere başkaldırsa da mağlup oldular. Çinli müttefikleriyle koordineli bir dizi isyanın ardından, 744'te Yaoluoge Yibiaobi İlteber komutası altındaki Çin, Dokuz Oğuz, Karluk ve Basmıl birleşik ordusu Göktürk kağanı Ozmiş’i mağlup ederek öldürdüler. Göktürkler ortadan kalkınca Basmılların idaresi altında, Uygurların doğu, Karlukların batı kanadında olduğu yeni bir kağanlık kuruldu ancak, ertesi yıl Karlukları ve Basmılları yenilgiye uğratan ve Ötüken Dağı'nı kontrol eden Uygurların İlteberi, “Kutluk Bilge Kül Tigin” unvanıyla Uygur Kağanlığını kurdu. Bu esnada Uygurlar’ın kendi birlikleri Yaglakar, Hu-tu-ku, Hu, Küremür, Bagasıgır, Ebirçeg (Abırçak), Hu-wu-su, Yagmurkar, Ayamur (Aymur) adlı dokuz oymaktan oluşuyordu.


Kutluk Bilge Zamanında Uygurlar

         Kutluk Bilge Kağan sarayını Orhun vadisindeki Ordubalık şehrine taşıdı, dış politikada Çine bağlı kalarak onların iyi bir müttefiki oldu ve 745 yılında Göktürk tahtının varisi olan Kulun Beg’i yakalayarak kesik başını Çine gönderdi. Çinli Tang hanedanı da bu hediyeye karşılık ona Bozkırın Muhafızı unvanını verdi. 747 yılında ölünce yerine oğlu Tay Bilge Tutug Kağan olsa da diğer oğlu Bayançor onu öldürerek tahta çıktı. 

        Bayançor Kağan ile beraber yükselişe geçen Uygurlar, Tang Hanedanı ile iyi bir müttefik olarak onlarla beraber yeni ticaret karakolları inşa ettiler. Kağan bu ticaretten topladığı sermayesini Ordubalık ve Baybalık şehirlerini inşa etmek için kullandı. Bayançor Kağan daha sonra Bozkır halklarına karşı bir dizi sefer düzenleyerek, Sekiz Oğuzları, Kırgızları, Karlukları, Türgişleri, Dokuz Tatarları, Çikleri ve Basmilleri Uygur egemenliğine soktu. 756 yılında Tang Hanedanının yardım istemesi sonucunda büyük bir isyanı bastırdı ve bu isyan sırasında Uygurlar, yağma talan sonucunda büyük gelirler elde ettiler, Tang hanedanı ile akrabalık bağları kurdular ve Tang hanedanı Uygur ordusu Tang Çininde bulunduğu müddetçe “Misafir” statüsü verdi. 759 yılında Ulu Uygur Kağanı Bayançor öldü ve yerine oğlu Tengri Böğü Kağan geçti. 762 yılında Tang Çininde patlak veren bir isyanı bastırmak için sefere çıktı, sefer sırasında Kağan Maniheizm rahipleriyle karşılaşıp onların dinini kabul etti böylelikle Uygur ülkesinde Mani dini yayılmaya başladı. 779’da Böğü Kağan Tang Çinini işgal etmek istedi ancak Böğünün amcası Tun Baga Tarkan Tang desteğini alarak bu plana karşı çıktı ve saray darbesi yaparak Kağan ailesinden ve Soğdlardan iki bin kişi öldürdü. Tun Baga Tarkan “Alp Kutlu Bilge” unvanıyla tahta çıkınca Mani dinini yasaklayan bir dizi yasa çıkardı ancak onun halefleri Mani dinini resmi din ilan etti. 
        Baga Tarkandan sonra Uygur Tahtına Ay Tengri Kut Bolmış Kutlug Bilge Kağan geçerek on sene kadar devleti yönetti döneminde Çin Tang Hanedanı ile ilişkilere önem verildi, Mani Dinini yasaklayan yasalar kaldırıldı onun ölümüyle Ay Çor Kağan (790-795) olsa da genç yaşta ölünce kendisinden sonra bir taht varisi bırakmadı, bunun üzerine toplanan Türk kurultayında seçilen ilk Uygur Kağanı Kutluk Bilge Kağan (795-805) olmuştur. Karabalsagun Yazıtı'ndaki bilgilere göre, Kutluk Bilge döneminde Uygur Kağanlığı liyakatli yönetim sayesinde güçlenmiş, Uygurlara karşı büyük bir tehlike arz eden Kırgız kağanı ortadan kaldırılmıştır. Yazıta göre, Kutluk bilge ve cesur bir kişidir. Daha önceki dönemlerde Tibetlilere ve Karluklara kaybedilen, Beş-Balık bölgesinin önemli bir bölümü geri alınmıştır. Yaptığı işler nedeniyle yazıtta Gök kağan olarak anılan Kutluk Bilge Kağan 805’te ölünce yerine Alp Külük Bilge Kağan kurultayda seçilerek tahta çıkmıştır. Çinli kaynaklarda Tengri Kağan olarak bahsedilen bu Uygur kağanı zamanında, Uygur ülkesi ticari ve iktisadi olarak büyümeye önem vermiş, ülke daha da zenginleşerek refah dönemine girmiştir. Mani rahipleri Çin’de Uygurların temsilcisi olup hem Çin de hem Uygur da tapınaklar inşa etmelerine müsaade edilmiştir. Tengri Kağanın ölümüyle toplanan Türk kurultayı Alp Bilge’yi Kağan seçti.